Sıla’nın Gemideki 2. ayı
“Zordur köprüleri yakmak…Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir yarın heyecanının kanadına tutunarak havalanmak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü çocuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür. Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağrur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyetlenmesi… Bugüne yenik düşenler, yarını sadece hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan gemilerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırar. Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem… dönüşü yoktur…”
Alıntı: Can Dündar. “Büyülü Fener”
Bu yazıyla bir akşam kitap okurken karşılaştım, okudum, bir daha okudum, benim gemiye geliş sürecimi anlatıyor gibi geldi bana.. Kurulu düzeni bırakıp buraya gelirken, sahiden bilinmezin verdiği endişeyle karışık inanılmaz bir heyecan vardı içimde, hem çok korkuyordum, hem de inanılmaz mutlu ve heyecanlıydım; 1. ayımı anlattığım yazımda bahsetmiştim ya, en büyük dileğim verdiğim karardan pişman olmamak diye, 2. ayım için dileğim halen devam ediyor, halen bu kararı alıp, arkadasında durup, burda olduğum için çok mutluyum.
Peki neler oldu geçtiğimiz 1 ayda? Acısıyla, tatlısıyla buyrun Sıla’nın gemideki 2. ayına 🙂
Öncelikle, ilk video denememi sizlere sunmak istiyorum 😀 Bu videoyu geçtiğimiz günlerde doğru düzgün sabitlemediğimiz için, miyar güverteden (geminin en üst kısmı, radarın vb aletlerin olduğu yerden) düşmek suretiyle ömrünü tüketen aksiyon kameramızla ve Iphone 5S ile çektik:D Zaten izlediğinizde anlayacaksınız, oldukça amatör bir video oldu, fon müziği olarak Vance Joy- Riptide’ı seçtik. Bu şarkı ise gemiye geliş sürecimde her dinlediğimde, bana güzel hayaller kurduran, beni neşelendiren bir şarkıydı 🙂 Video, ilk 2 ayımı gerçekten özetledi, umarım beğenirsiniz 🙂
Geçtiğimiz dönemde bir yılbaşı atlattık 🙂 Bu yılbaşı her ne kadar gemide geçirdiğim ilk yılbaşı olması nedeniyle önemli olsa da, benim için en büyük özelliği Sefer’le 6. senesini doldurmaya yaklaşmış olan ilişkimizde ilk defa bir yılbaşını beraber geçirmemiz oldu. İlişkimiz boyunca geride bıraktığımız 5 adet yılbaşının hiçbirinde beraber değildik, Sefer hep uzaktaydı, gemideydi.Öyle olunca benim için ailemden uzak olmanın verdiği ince bir buruklukla olsa da, farklı ve güzel bir gündü. O gün şansıma Venedik’teydik, gündüz Sefer’le birlikte çıkıp Venedik sokaklarında serserilik yaptık, oraya buraya yürüdük, video çektik, güneşli, şahane bir gündü. Gemiye öğleden sonra döndük, ahçı akşam için bir dolu yemek pişirmişti, her ne kadar akşam yemeği tam geminin limandan kalkışına denk gelse de, akşam tv başında oldukça kendi halinde, huzurlu bir yılbaşı oldu benim için. Zaten ben geçmiş yıllarda dışarıda geçirdiğim talihsiz ve kaotik bir yılbaşı akşamından sonra yemin etmiştim yılbaşlarını evde kutlamaya 🙂 O yüzden benim için çok farklı bir durum olmadı, karada kaçırdığım bir akşam değildi yani, aksine Sefer’le olmanın verdiği mutluluk vardı içimde. Kamaraya yılbaşı için renk katalım dedik, yandaki fotoğrafta göreceğiniz cama yapışan plastik zımbırtılardan aldık, çok tatlı oldular 🙂 (Çicekli olan -sağ alt köşedeki- çok kıro oldu, kabul ediyorum 😀 )
Yılbaşından bir gün önce, Süvari Bey ve Berkin gemiden ayrıldılar. Zaten Berkin’nin ilk tecrübemde gemide olmasından yana şanslı olduğumu biliyordum; ama onlar inince yokluğunu iyice hissettim. Onunla akşamlar oturup kamarada muhabbet ediyorduk, beraber kuzineye gidip birşeyler pişiriyorduk, limanlarda beraber çıkıyorduk, ne kadar alıştığımı onun inmesiyle anladım. Sahiden gemiye katılacaksın, ilk tecrüben olacak, üzerine gemide bir hemcinsin (ki gerçekten gemide kadın sayısı çok az) olacak, bir de onunla süper anlaşacaksın. Zor ihtimaller benim şansıma bir araya gelmişti, herşeyi ona soruyordum, “Berkin bu şöyle mi, böyle mi? “ diye. Bir de inanılmaz iyi bir rol model olmuştu bana, düşünsenize hiçbir fikrim yok bir kaptan eşi nasıl davranmalı, çizgisi nereye kadar diye, 1.5 ay gözlemleyip, tecrübelerini dinleme fırsatım oldu; ama hepsinden önemlisi karada görüşecek yeni bir arkadaşım oldu 🙂
Tam o günlerde Venedik’ten internet hattı aldık. Bizim hattımızda en fazla gün geçirdiğimiz bölge İtalya. O yüzden İtalya’dan internet hattı almak mantıklı oldu, aslında ben gelmeden önce Sefer’in 1 aylık interneti vardı; ama ben gelince (niyeyse!) gerek yok tekrar almaya diye düşündüm, aynı televizyona ihtiyacım olmadığını düşündüğüm gibi 🙂 Mesela İstanbul’da çok anlam veremezdim kocaman puntolarla kafelere “Wi-fi” yazmalarına, gemideyse limanlarda dışarı çıktığımızda gözlerimin en çok aradığı yazı o olmuştu:) İnternetin İstanbul’daki ailemle, arkadaşlarımla, ordaki dünyayla tek bağlantım olduğunu atlamışım resmen 🙂 Kafe köşelerinde saatini denk getiricem de yeğenim Pera’yı facetime’dan (apple‘ın görüntülü konuşma uygulaması) görücem diye uğraşmama gerek kalmadı:) 15 günde yaklaşık 2.5-3 gün sürekli internetim oluyor. İnternete girince sıradan bir başlıyoruz aramaya, 1-2 saat sadece ailelerimizde görüntülü görüşüyoruz 🙂 Öyle olunca sanki hiç gemide değilmişim de İstanbul’daymışım aile gezmesine çıkmışız gibi hissediyorum süper oluyor. Ailelerimiz bizi görüyor, biz onları görüyoruz, moraller tavan oluyor, deşarj oluyoruz resmen, o yüzden ihmal edilecek birşey değilmiş internet işi, onu resmen anladım 🙂 Tabi internetten görüntülü konuşma sonrasında aileni ne kadar çok özlediğini de anlıyorsun, o da bir gerçek.
Havalarrrr bozulmasın aralarrrrr
2. ayın dolmasına yaklaşan günlerde, artık ev özlemi biraz daha kendisini hissettirmeye başlıyor, böyle otururken mesela bir anda aklına geliyor, evde olsaydım şöyle yapardım böyle yapardım diye. Özellikle hava olduğu zamanlarda (yani alçak basınç nedeniyle rüzgarın şiddetlenmesi, akabinde dalga boyunun yükselmesi ve sonuç olarak geminin bir o yana bir bu yana sallandığı zamanlar) ev özlemin had safhaya çıkıyor 🙂 Mesela ben buraya gelmeden önce Sefer’le konuşurduk telefonda, bazen sesi inanılmaz keyifsiz gelirdi, ben de tabi üstelerdim ne oldu, iyi misin diye. Bana 1-2 gündür hava yediklerini o yüzden keyifsiz olduğunu söylerdi. Tabi ben bu konuşma esnasında evimde pencere kenarındaki koltuğumda rahatça oturup kahve içiyor olduğum için neden bahsettiğini çok anlamazdım, neydi yani sağa sola sallanıyorlardı, olabilirdi öyle şeyler, mesela ben de Bostancı- Bakırköy arası deniz otobüsüne bindiğimde bazen sallanıyordu; ama millet sararırken ben genelde eğleniyordum hafif yükselip puff diye alçalmasından geminin. Buraya gelince neden bahsettiğini bizzat yaşadım 🙂 Hattımız gereği Arnavutluk’tan çıkıp 3-4 günlük seyir sonucu İsrail’e varıyoruz, bunun anlamı Akdeniz’i geçiyoruz. İşte ne oluyorsa burda oluyor, gemi önce yavaşça sağa sola sallanmaya başlıyor, buna çok aldırmıyorsun, tatlı tatlı sallanıyor çünkü; ama sonrasında biraz daha sağa sola yatmaya başlıyor, sonrasında ise hem sağa sola hem de öne arkaya sallanmaya başlıyor 🙂 Hele bazen dalganın baş taraftan vurduğu zamanlarda böyle doonnkkk diye duvara çarpıyormuş gibi oluyor. Bu havadan ben 1.5 ay boyunca pek etkilenmedim, yani öyle bir kusma durumu olmamıştı, sadece çok canım sıkılıyordu havanın olduğu günlerde, ne bir kitap okuyabiliyorsun, ne bir film izleyebiliyorsun, ne örgü örebiliyorsun; çünkü birşeye sabit olarak bakmaya çalıştığında sallantıdan dolayı miden sinyal veriyor. Genelde hava değerlerinin 7-8 gösterdiği günlerdi bunlar. En son havanın
8-9 gösterdiği günlerden birinde gerçekten fena hissettim, şansıma yarım gün sürdü ama bana yetti şahsen 🙂 Sırtımdan soğuk terlerin aktığını hissettim önce, sonra yüzümden inceden
kan çekilir gibi oldu, rengim bir iki ton açtı, sonrasında kendimi klozete bakarken buldum 🙂 Bu bahsettiğim hava durumu 15 günde bir kaç gün sürüyor. idare edilecek seviyede yani; ama sevgili yenge hanımlara burdan sesleniyorum, eşiniz, sevgiliniz telefonda size “Ya hava vardı, biraz sallandık” diyorsa, lütfen onlara ilişmeyiniz, onlara vıdıvıdı edeceğiniz konularınızı erteleyiniz; bir sonraki telefon görüşmenizde önce havaların nasıl olduğunu sorup, eğer havalar iyiyse – ki büyük ihtimalle moraller de yerine gelmiştir- mevzuya öyle giriniz 😀 Şaka bir yana, sahiden kış aylarındayız sonucunda, yine 15 günde sadece birkaç gün bu havayı yaşamak iyi. Sonrasında zaten limana bir yanaşıyorsun, hava bir açıyor, sanki hiçbirşey olmamış gibi hissediyorsun, sanki sen değilmişsin o sallanan 🙂
Ev özlemini pekiştiren bir diğer etken de gemideki titremişin sende yarattığı Azer Bülbül efekti 😀 “O ne demekk ya?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim, şöyle ki: gemi bazı günlerde tam yol -yani geminin emniyetli bir şekilde gidebileceği maximum süratle – gidiyor. İşte burda evinde o sessiz ve sakin oturduğun günler varya, o günler sana çok uzak gözüküyor; çünkü gemi titriyor, sen titriyorsun, koltuğa yaslanıyorsun iç organların titriyor, yatağa yatıyorsun yatak titriyor 😀 Titremeyle birlikte sağdan soldan gelen mekanik sesler artıyor, bir de bu durum bir kaç saatlik bir durum değil, yeri geldiğinde birkaç gün sürüyor. Öyle olunca limana yanaşıp da titreme kesildiğinde varya işte o an oh diyorsun 🙂 Titreme ve sallanmayla geçen günler nedeniyle, döndüğümüzde deprem olursa bir gün (Tabi Allah korusun, en büyük fobilerimden biri) pek kılımı kıpırdatacağımı sanmıyorum, çok enteresan gelmez herhalde evde bişeylerin titremesi, sallanması.
Havanın olmadığı yani geminin çok sallanmadığı zamanlarda, hava bir de güneşliysee değmeyin keyfimize 🙂 O günler sahiden çok neşeli hissediyorum kendimi, güvertede çıkıp yürüyüş yapıyoruz, çok esmiyorsa oturuyoruz baş tarafta, motor sesinden uzak bir şekilde güneşin tadını çıkarıyoruz. Hat hem Adriyatik’in Kuzeyini, hem de İsrail’i kapsadığı için, 15 günün yarısı güneşli yarısı soğuk geçiyor diyebilirim 🙂 Üstüne bazen, nadiren de olsa, demir atıyoruz, yani açıkta limana yanaşmak için sıra bekliyoruz. Demir attık mıydı ben kıç tarafta duran oltalardan birini alıyorum, balık tuttuğumu söylemek imkansız, daha çok balıkları besliyorum 😀 Ben çok balık yemem, 1 sene yemesem hayatta aklıma gelmez; benim bu eylemdeki amacım, balığı tutmaktan çok, bir kaç saat açık havanın tadını çıkarmak. Hiç tuttun mu diye sorarsanız son 1.5 ayda herhalde 3-4 kez denedim, sadece 1 tanesinde İsrail’de değişik bir balık tuttum, sonradan öğrendim ki bu balık oldukça zehirliymiş 😀 Kızıldeniz’den Akdeniz’e gelmiş ve adı “Balon Balığı” imiş, diğer balıkları yiyip zarar verdiği için, tutana ödül veriyorlarmış. Fotoda görebileceğiniz üzere, balıktaki çene insan çenesi gibiydi valla 😀
Aslında bu 2 ayın, bana kendimle ilgili öğrettiği en önemli konu, benim birşeyler üretmeden bayağı boşlukta hissettiğim oldu. Şöyle düşünün, ben buraya gelmeden önce yoğun bir iş temposundaydım, sürekli ortaya birşeyler çıkarıyordum, rapor, analiz vs. ve daha önce dediğim gibi bundan da oldukça zevk alıyordum. Buraya geldiğimde ise, birşeyleri üretmeye beni iten bir faktör yok, düşünsenize yemek bile yapmıyorsun, ortaya birşey çıkarmıyorsun, birşey yaratmıyorsun. Dolayısıyla ben şimdi ne zaman o boşluk hissini yaşasam işe koyuluyorum, birşeyler yapıyorum 😀 Bu bahsettiğim çok büyük, çok farklı şeyler değildi; mesela yukarıda izlediğiniz videoyu 2 ay boyunca ara ara çekimler yaparak çektik, benim onları birleştirmem ( ilk tecrübem olduğundan) tam 1 haftamı aldı 😀 Canım sıkıldıkça
bileklik örüyorum, onu bitirip bileğime takmak bile beni mutlu ediyor 🙂 Sefer’le henüz bitiremesek de, denizci düğümleri atıyoruz mesela, altlarına adını da yazıyoruz, bileklik işine yakın bir iş bu da.
Mevzu ürettiğin şeyin niteliğinden çok, birşeylerle uğraşmak aslında. Mesela Slovenya’da hazır keçeler satıyorlar, bu keçeleri sen dikerek birleştirdiğinde çok tatlı oyuncak gibi süsler çıkıyor ortaya, düğme bile dikemeyen ben için bayapı el oyalıyıcı birşey oldu:D Yine Slovenya’da kanevçe dediğimiz örgü çeşidinin çok daha basit olanından satıyorlar, evet bayağı kıro bişey kabul ediyorum 😀 Çalışmamın adı da “kedim Sabri” 😀 Ama bu gördüğünüz basitlikte bir iş bile 2-3 gününüzü alıyor.
Bunların dışında kitap okuyorum bol bol, çok film izlemesem de; artık benim de takip ettiğim 2 dizim var 😀 Sefer’le birlikte “Mad Men” izliyoruz, ben de ayrıca “ Two and a Half Man” izliyorum. Mad Men’i daha önce izlememiştim, burda Sefer’le başlamak iyi oldu, çok güzel bir dizi; ama bazen bölüm bittiğinde idrak edemiyorum neler olduğunu ( Bknz: S3E2) 😀 Two and a Half Man ise beni gerçekten çok eğlendiriyor, zaten 20’şer dakikalık olduğu için çerez gibi, 2şer tane ard arda izliyorum, çok neşeleniyorum (Bknz: S2E20) 😀 Bir de “Simcity2” oynuyorum, oyunun en basit tarifi, senin belediye başkanı olduğun bir şehir yaratıyorsun, buraya yollar, binalar, işyerleri vb inşa edip, şehirde olan bitenden sen sorumlu oluyorsun. Bu oyunda benim dikkatimi çeken, şehrimi mutlaka su kenarına kurup, üstüne hemen deniz taşımacılığı inşa ediyor olmam oldu 😀 Meslek hastalığı ehueuh 😀
Özetle gemide geçirdiğim 2. aydan da çok keyif aldım. Benim buraya geliş amacım Sefer’le birlikte olmak, onunla birlikte daha fazla zaman geçirebilmekti; iyi ki bu kararı vermişim ve buraya gelmişim. 1. ayı anlattığım yazıda bahsetmiştim ya, “Şimdi daha iyi anlıyorum onu” diye, aslında burda geçirdiğim her gün daha çok anlıyorum onu. Mesela şimdi gemiden indiğimizde neler yapacağımızın hayalini kurmaya başladık, evle ilgili özlediğimiz şeyler artık benzer, aynı dili konuşuyoruz, bunu ben karada o da gemideyken sağlamak imkansızdı. Şimdiden tatil planımız oluştu, dönüşün hayalini kurmak acayip keyifli birşey. Kendimdeki değişimleri de görüyorum, çok daha sabırlı, çok daha sakin bir insan oldum mesela. Normalde aceleci, sürekli bir yerlere koşuşturan, heyecanlı bir tipim, şimdi (mecburen) sabırlı olmayı öğrendim; çünkü herşeyin ağır çekimde ilerlediği, sakin bir ortam burası. Denizin üzerinde gidiyoruz, bir gün, iki gün, üç gün, gördüğüm renk mavi ve binbir tonu; ama ne zamanki karaya yanaşıyoruz, işte o zaman değmeyin keyfime, neşeme 😀 Özellikle de çıkabileceğim bir limansa (mesela Koper) sabahından bir mutluluk kaplıyor içimi 😀 Sabır dışında, bana öğrettiği en önemli konulardan biri, burda planların nasıl değişken olduğunu ve kabullenmek dışında yapacak birşey olmadığını gözlemlemek oldu. Eşlerini karada bekleyen Yenge Hanımlara sesleniyorum, lütfen eşiniz geleceğim dediği vakitten ileri bir tarihte gelirse onu suçlamayın 😀 Ben burda birebir şahit oluyorum, planlar değişebiliyor ve işin daha fenası kimsenin elinde değil, o yüzden sabırlı ve sakin olmak gerekiyor 😀 En güzeli ne biliyor musunuz, Sefer’den hiç ayrılmak zorunda kalmıyorum ve beni en çok mutlu eden konu bu 🙂 Can Dündar’ın yukarıda yazdığım yazısındaki köprüden sonraki kısmı benim için cennet oldu bu 2 ayda. Diyorum ya, en büyük dileğim hep böyle kalması..