Sıla’nın Yolculuk Tarihçesi :)

SilasMap Haritanın detaylarını incelemek için buraya tıklayınız  🙂 

Aslında tam olarak nasıl oldu hatırlıyor gibiyim, ilk defa gezip görme arzusu böyle içimde yer edeli bayağı bir zaman oldu 🙂 Psikolog sandalyesinde oturuyor gibi anlatmak gerekirse,  aslında çocukluğumda başladı herşey 🙂 Annem ve babam öğretmen, bunun anlamı senede net olarak tam 2 aylık yaz tatilleri vardı. Şanslı bir çocuktum; ailecek gezmeyi çok severdik, Temmuz ayının başında bagajı ağzına kadar doldururduk, 2 çocuğun ve anne-babanın eşyalarıyla, sonra ver elini yollar! Çocukluğuma dair en eğlendiğim, en güzel geçen günler hep o yaz tatilleri ile ilgili, babam hiç üşenmezdi, yollarda kahverengi tabelayı (yani turistik, tarihi bir yeri işaret eden tabelayı) gördüğünde littlechilofmine_3direksiyonu o tarafa kırardı, liseye geçene kadar her yazımız başka bir yerde geçti, öyle 5 yıldızlı veya herhangi yıldızlı bir otelde blok olarak geçirilen 15-20 günden bahsetmiyorum, mesela bir yaz Hatay’dan Sinop’a (yani Türkiye’nin en güneyinden en kuzeyine) arabayla seyahat etmiştik, Sinop’tan sahil şeridinden İstanbul’a geçmiştik, İstanbul’dan İzmir, ordan Isparta ve geri Hatay 🙂 Bu bahsettiğim rotada 2 ay neresi varsa gezmiştik 🙂

Bu serüvenleri öyle süper lüks arabalarda yapmıyorduk, yanlış anlaşılmasın 🙂 Babamın önce Serçe, sonra Doğan, sonra Şahin en son Tempra arabası ile (evet bir Tofaş tutkunu :DD) seyahat ederdik 🙂 Klimasız arabada, yazın sıcağına sevgili ablamla arkada birbirimizi yerdik genelde, o benden çok daha akıllı olduğu için güneşin geleceği yeri hesaplar, beni tam olarak o tarafa oturturdu 😀 childhood1
Hatta bir yaz arkada yaptığımız tipik bir kavga nedeniyle babamın dikkati dağılmış, Konya yoluna döneceğine Ankara yoluna dönmüştü ve 2 saat boşu boşuna gitmiştik 😀 Annem yol için bir gün önceden köfte vs yapardı, yolda giderken bir yandan yerdik. Ayrıca rotamız üzerinde babam yemekleriyle ünlü yerleri mutlaka bilirdi, o yöreye ait meşhur ne varsa yerdik. Diyorum ya, hiç üşenmezdi, “Ya boşver ne olacak orda 2-3 tane döküntü(!)” demezdi, yetişecek bir yer yoktu, zaman kısıtı yoktu.Fonda ya annem sevdiği için Türk Sanat Müziği çalınırdı ( Muazzez Abacı’yı çok net hatırlıyorum:) ) ya da babam sevdiği için Türk Halk Müziği ( Zülfü Livaneli – Güneş Topla Benim İçin çocukluğumda en yer etmiş şarkıdır). Değişik yollardan gitmeyi severdi, Hatay’dan Antalya’ya mesela hep Konya üzerinden giderdik, bir yaz diğer tarafı da littlechildofmine_'görelim diye sahilden gittik ( Mersin-Anamur üzerinden), tabi günün sonunda o çılgınca virajlı yolda herkesin kusmasıyla devam eden bir yolculuğumuz olmuştu; ama halen hatırlıyorum o güzel manzarayı. Annem de aynı zamanda coğrafya öğretmeni olduğu için bizim için o yollar aynı zamanda -mecburen- bir ders niteliği taşıyordu 😀 Konya Karapınar’dan geçerken “Türkiye’nin en büyük erozyon bölgesi neresidir?” sorusuna maruz kalırdık mesela, dağların yanından geçerken “Kızlar bunlar ne dağları?” diye canlı canlı ders işlerdik 😀 Çok zevkli oluyordu, gördüğümüzü de unutmuyorduk he, Amanos childhood2dağları, Tuz gölü, Göller yöresi.. Ege’den geçerken dağların denize dik uzanması; ama Karadeniz ve Akdenizde paralel oluşu… Gördüğümüz her yer bizim için aynı zamanda bir öğrenme yeriydi 🙂 Efes tapınakları, Safranbolu,
Kapadokya, Anıtkabir (Her Ankara’ya gidişimizde mutlakaa),Abant Gölü, Manavgat Şelalesi, Damlataş Mağarası, hatta Kemer’de eskiden Kındılçeşme denilen çadır kampı vardı, orda çadır kampı bile yaptık 1-2 yaz.. 5-6 yaşlarındaydım galiba, çadırımızın önünden geçen kaplumbağaları hatırlıyorum, öyle güzeldi ki. O kadar çoğaltabilirim ki gezdiğimiz yerler bu listesini, şu an gemide olduğum için her ne kadar tam olarak tek tek hatırlayamasamda, belki babamla tam netleştirir tekrar yazarım çocukken gittiğim yerleri 🙂

Sonra zaman geçti, lisede, bir yaz tatili sonrası, hoca hepimize sordu “Bu yaz ne yaptınız?” diye. Bir arkadaşım ailesi ile birlikte İtalya’ya gittiklerini ve orda gördüklerini anlattı. Ben şaşırmıştım, etkilenmiştim, “İtalya?! Vay be!!” diye. O zaman düşünmeye başladım, sahi ne güzel olurdu diye.. İşte galiba o “ Sahi ne güzel olurdu” benim algımı değiştirdi, tam olarak düşüncelerimin merkezine geçti.

Üniversite 1. sınıfın yazında hemen part time bir işe girdim, saati 3.5 TL idi çok iyi hatırlıyorum 😀 İnanılmaz eğleniyordum, o zamanın fotoğraf makinesi ağırlıklı teknoloji ürünleri satan büyük bir zincirin america_2Genel Müdürlüğü’nde E-Ticaret Departmanı’nda müşterilerden gelen telefonlara bakıp fotoğraf makinesi satıyordum. Tam da fotoğrafçılık hobim o dönem geliştiği için inanılmaz zevkliydi benim için, saatlerce fotoğraf makineleri hakkında konuşabilirdim zaten, o yüzden işimi de iyi yaptım, orda yaklaşık 10 ay çalıştım, para biriktirdim ve 2007 yazında ver elini Amerika! 😀 Amerika’ya gidişimdeki amacım dil öğrenmekti tabiki; ama bir yandan deli gibi merak ediyordum, yabancı bir ülke, ilk yurtdışı tecrübem, nasıl olacak diye inanılmaz heyecanlıydım. O zaman CampUsa diye bir program vardı, bu programlar Amerika’da yaygın olan çocuklar için geliştirilmiş yaz america_1kamplarından birine gidip hem çocuklarla ilgileniyordun, hem de iyi yaptığın bir hobini çocuklara öğretiyordun (spor, yüzme, tırmanma, yemek yapma vs). Ben Fotoğraf Öğretmeni sıfatı ile gittim, inanılmaz güzel bir yazdı, tam 2 ay kaldım. Connecticut eyaletinde Windham Tolland 4H Camp adlı bir kampa gitmiştim, ordan New York ve Boston’ı da görme şansım oldu, bana en büyük kazancı, kampta internet, telefon vb bir teknoloji olmadığı gibi benden başka bir Türk’ün de olmaması nedeniyle İngilizceyi mecburen iyi bir şekilde öğrenmek oldu 🙂

İçimdeki görme isteği bitmemişti tabi, daha da körüklendi:)  Üniversitede 2. sınıfta Erasmus için de başvurmuştum, sınavlarına girdikten sonra yedeklere kalmıştım ve umudumu kesmiştim. Tam Latvia_3Amerika için bavul hazırladığım günlerde danışman hocamızdan telefon geldi, yeni bir okulla anlaşmışlardı ve bu okul Letonya’daydı, gitmek ister miydim? Öğrenim dili İngilizce ise tabiki isterdim!! 😀 Dürüst olucam, Letonya’nın kuzeyde bir yerde olduğunu biliyordum; ama tam yerini gerçekten bilmiyordum 😀 2008 Şubat ayında bu defa bavulumu Letonya için hazırlıyordum, 5 aylık burslu değişim öğrencisi olarak gidecektim 😀

sweden_1Herhalde hayatımın en hızlı, en dolu, en farklı, en eğlenceli zamanını o 5 ayda yaşadım, çok ama çok eğlendim, bölümümle ilgili bana en büyük kazancı, Türkiye üniversitede klavyesine bile dokunmadığımız bilgisayarda excel dersi oldu, zaten seviyordum, orda iyice sevdim. Riga Teknik Üniversitesi’nde okudum, gerçekten şahane günlerdi. Tabi hazır ordayken, Riga ve çevresini iyice gezdim, ordan 1 haftasonu İsveç ve 2 haftasonu da Estonya’ya gitme şansım oldu, inanamıyordum bu kadar gezip gördüğüme 🙂

2009 senesinde artık bir mezundum, Marmara Ünv. İktisat mezunu germany_hammolarak diploma almaya hak kazanmıştım; ama tam da o zaman patlayan krizle birlikte herkes gibi benim de bir iş arama sürecine girmem gerekti. Tam o süreçte darlanmışken, annemin Almanya’daki kuzeni sevgili Aynur Teyze’den bir telefon geldi, Almanya’ya gelmek ister miydim, 1 ay kalıp beraber Türkiye’ye dönerdik, bana da değişiklik olurdu. Tabi ki isterdim 😀 Bu defa Eylül’2009 da bavulumu Almanya için hazırlıyordum, çok ufak ama bence çok tatlı bir şehri Hamm da kaldım. Bu süre içerisinde Aynur Teyze sağolsun Amsterdam’a günlük bir seyahat ve Düsseldorf’ta bir haftasonu için ayarlamalar yaptı, Düsseldorf’u özellikle çok beğendiğimi söyleyebilirim 🙂

E tabi gezdim gördüm geldim, bu defa halen iş arıyordum, o dönemde mezun olanlar bilir, gerçekten çok sıkıntılı bir dönemdi, kariyer.net te 100 den fazla başvurum vardı galiba 😀 2010 senesinin ilk ayında artık mülakatlardan gına gelmişti, halen bir yaprak oynamıyordu ama. Tam bu süreçte (evet artık algımın yurtdışına kaymış olduğunu bu dönemde iyice anladım) öğrenci gruplarının birinde bir ilan gördüm, Çin’de çalışacak, ingilizce bilen, üstelik yeni mezun birisini arıyorlardı. Neden olmasındı ki, sağa sola CV yollamaya öyle alışıktım ki buna mı yollamicaktım yani 😀 Evet, bildiniz, yolladım, şans işte, bu defa olmuştu 😀 Patron zaten Çin’de yaşayan bir Türk’tü, Türkiye’ye eleman bulmak için gelmişti, 2 haftada herşey hazırdı, babamları tahmin edebilirsiniz şoktalardı 😀 Ben de öyleydim aslında Çin’de çalışmak mı 😀 “2 haftada nasıl hazır oldun bee, bu işin vizesi var!” diye de sorduğunuzu duyar gibim; yukarıda ailemin öğretmen olduğundan bahsetmiştim, onların sağladıkları pasaport sayesinde vizesiz gittim:D

china_5Çalıştığım yer konusunda aklınıza pirinç tarlaları gelmesin lütfen ahah Çin’den Türkiye’ye ihraç yapan bir firmada görevim, Türk müşterilerin Çin’de aradıkları ürünü bulmalarını ve Türkiye’ye ürünlerin sağ salim ulaşmasını sağlamaktı, iş buydu. Kapıda verdikleri vize 1 aylıktı, 1. ayım dolduğunda yine bana vizesiz olan başka bir ülkeye giriş çıkış yapmam gerekiyordu, ve tahmin edin, şansıma bakıın, vizesiz girip çıkabileceğim en yakın ülke Hong Kong’tu 😀 Euhehu kaderin cilvesi beni bu defa Hong Kong’a sürüklemişti, sabah uçağına atlayıp tek başıma gittim, kendi kendime 1 gün boyunca nasıl eğlendim anlatamam size, china_2tur otobüslerine atlayıp her tarafını gezdim, beğendiğim yerde indim bir kahve içtim tekrar atladım otobüse gezdim 😀 İş yerinde herşey iyiydi hoştu da, toplantıya girdiğimiz adamlar ingilizce bilmiyordu, e ben Çince bilmiyordum, arada bir tane çevirmen ( sonradan Türkçe öğrenmiş bir Çinli) ben birşey diyorum, o Allah bilir ne çeviriyor filan, üstüne çok çok uzak bir ülke, e zaten patronla deneme süreci olarak da anlaşmıştık, hani 1-2 ay bakıcaktım olmadı dönecektim, bir sözleşme yapmamıştık, orda kendi geleceğimi hayal edemedim, dedim benden bu kadar, 2. ayın sonuna yaklaşırken, bavullumla ben bu defa Şangay’dan İstanbul’a dönen bir uçaktaydık 🙂

Türkiye’ye döndükten sonra geçici bir iş buldum, orda çalışırken 2010 senesinin sonuna doğru yanlış hatırlamıyorsam bir Kurban Bayramı tatilinde günübirlik Halep’e gitmiştim- o zamanlar böyle ortalığı karıştıran barbarlar yoktu- . O kocaman kalesi, o büyük kocaman kapalı çarşısı, kan mı çekti ne oldu bilmiyorum, beni gerçekten çok etkilemişti ve çok sevmiştim. Şimdi en son duyduğuma göre barbarlar ne çarşı bırakmış ne bir yer.. Çok yazık çok..

İşte o günden sonra, bavulum yurtiçinde yaptığımız tatiller dışında dolabın yanında duruyordu. 2010 senesinin sonunda artık Kurumsal bir firmaya kapak atmıştım, senede 15 gün iznim ve sabit gelirimle mutlu mesut yaşıyordum, 2 sene sonra iş değiştirdim, 2012 senesi sonu itibariyle çalıştığım bankadaysa iyice keyfim yerindeydi, yan haklarım, çalışma ortamım, mutlu, ferah, güvenli bir şekilde yaşayım gidiyordum, taa ki size “Karar Anı”nda bahsettiğim güne kadar.. Bavulum gidelim diye kıpırdanıyordu, artık içime o heyecan düşmüştü; bu defaki bir önceki yolculuklarımdan da farklıydı üstelik, bu defa, Sefer’le yeni hayatımızı seyahatler üzerine kuracaktık, bu defaki macera hiçbirine benzemiyordu…