Hatay – Bölüm 1

Eve Dönüş & Tatil from Silaninseferi on Vimeo.

Medeniyetler Şehri : Hatayhatay

Memleketim diye söylemiyorum; son yıllarda popülaritesi inanılmaz derecede artmış olan; bence Türkiye’de dinler, milletler arası kardeşliğin en güzel örneklerinden biri olan, galiba kazmayı vurdukları her yerden tarih fışkıran; gerçekten gidilesi, görülesi bir yer Hatay.

Daha uçağa binerken aslında yiyeceklerimin listesini oluşturuyordum kafamda, yemek listesi siparişi eski günlerde olduğu gibi anneme önceden söylemiştim bile.

Bir kere bir konuyu netleştirmemiz lazım sevgili Dukancı, Karataycı ve bilumum diyetçi kardeşlerim. Malum yaz yaklaşırken herkes bir diyet yapmanın peşinde, yapmayın, bu sıkıntıyı Hatay’da kendinize yaşatmayın 😀 Bana bu ufak tatil (Kıbrıs da dahil tabi) 3 kilo olarak geri döndü; ama varyaaaa hiç sorun değil 😀 (Yazıya öyle bir giriş yaptım ki “Oburlar için Cennet Şehir” mi yazsaydım acaba başlığa :))

Neyse (ay ağzım sulandı) biz Hatay’a vardığımızda akşamın 10’uydu. Canım annem ve babam havaalanında bizi beklerken ablamlar da süper bir sürpriz yaparak Hatay’a gelmişlerdi, bizim çekirdek ailemizin havaalanındaki buluşma sonrasında ilk durağı neresiydi dersiniz? Antakya Kuzeytepe’de et restaurantı: Nuri’nin Yeri 😀

Gecenin bir vakti götürdüğümüz güzel bir yemek sonrasında ertesi gün canım eniştem Mustafa, Sefer ve Ben turistik bir gezi yapmaya karar verdik. Ben kendi memleketimde uzun zamandır turist olmamıştım; gittiğim gördüğüm yerleri ortaokul bilgilerimle hatırlıyordum; Sefer ve Mustafa’da genelde Hatay’a kız istemeye, nişana veya düğüne gelmişlerdi ahahah 🙂 Dolayısıyla ablamı bebekle evde bırakarak biz 3’müz düştük yollara. İlk gün Samandağ taraflarında Vakıflı Köyü, Musa Ağacı ve Titüs Tüneli olarak rotamızı çizmiştik.DSC01206

DSC01091Vakıflı Köyü’nün özelliği Türkiye’de şu an kalan tek Ermeni köyü olması. Google’da arayın, heryerde bu geçiyor (köyün web sitesi için tıklayın); ama benim aklımda ziyaretimiz sonrası bambaşka özellikleri kaldı; mesela köye girdiğimizde arabadan iner inmez burnuma gelen o portakal çiçeği kokusu. İnsanların güler yüzü, köyde yaşayan amcaların bizimle çay içip köyün tarihi DSC01071hakkında zaman ayırıp bizlere bilgi vermeleri aklımda kaldı. Yemyeşil doğası, tertemiz havası mesela, veya köy kilisesini bizlere gezdiren güleryüzlü abla, köyün 100-150 kişilik nüfusundaki 20-30 tane ablanın ortaklaşa hazırladığı el emeği likörleri, o güzel takılar, o güzel portakal çiçeği reçeli.. Ben her zaman hoşgörüyü hissetmiştim Hatay’da; ama Vakıflı Köyü’ndeki insanların güler yüzü, hoş sohbeti bunun adeta tasdiki oldu. Köye gidişimiz tam da 1915 Ermeni olaylarının yıldönümüne denk gelmişti; orda BBC’den bir Türk muhabir de köyün yerlileriyle sohbet ediyordu; yazısını bulduk sonra buyrun merak ederseniz burdan okuyabilirsiniz; BBC Türkçe Linki. 3’ümüz de köyden ayrılırken, köydeki pansiyonda gelip kalmanın ne kadar keyifli olacağını konuşuyorduk; öyle sevdik yani, yolunuz düşerse gitmenizi şiddetle tavsiye ederim; (varsa) tüm ön yargılarınızı köyün girişinde bırakın, köye gidin ve o güzel doğayla, o güzel insanlarla tanışmanın keyfini çıkarın bence.DSC01059

Vakıflı Köyü’ne çok yakın bir konumda ( ki Vakıflı’daki amcalar size google map’ten çok daha iyi bir şekilde yerini tarif edeceklerdir 🙂 ) Hıdırbey Köyü var. Bu köyün de en büyük özelliği tam ortasında dev çınar ağacı. Bu ağaca aynı zamanda Musa Ağacı diyorlar; nedeni ise Hz Musa’nın bastonun yeşermesi ile ortaya çıktığına inanılması.DSC01118

Burda en sevdiğim şey, yine o koca çınarın etrafına konumlandırılmış olan kahveler. Taburelere oturup çayınızı DSC01103söyleyin, yanına gözleme (haftasonları bizim geleneksel pide Katıklı ve Biberli de oluyormuş), şöyle kafanızı taaa yukarılara doğru kaldırın sonra, çınarın ağaçlarının göğe ulaştığı o görkeme şahit olun. Yandan akan ufak çayın DSC01110su sesleri eşliğinde bahar güneşinin tadını çıkarın giderseniz, gerçekten çok güzel bir yer.. Ağaç öyle büyük ki, gövdesinin çapı 7.5 metre imiş, dallarının 1 km’ye yayıldığı söyleniyor; bugünlerde yeşile genel olarak bir düşmanlık olduğu için bundan iyi yakacak olur diye kesiverirler, belli olmaz, siz gidin yolunuz düşerse mutlaka görün! 😀

Hıdırbey Köyü’nden virajlı ve şahane manzaralı bir dağ yolu ile Çevlik’e indik, arabada klimanın kapatılıp camları sonuna kadar açılması gereken bir yer bu yol; hele bizim gibi fotoğraf 2-5baharda giderseniz o mis gibi ağaç, çicek kokuları insanı mutlu ediyor. Çevlik’in kocamaaan bir sahil şeridi var; biz ailecek çok fazla oraya gitmesek de ( en son gittiğimiz zaman şu sağdaki foto ahahah 😀 ) plajı güzel gözüküyordu; yanlız babamdan öğrendiğim kadarıyla fazlası ile dalgalıymış. Bizim Çevlik’e gitme amacımız ordaki Titüs Tüneli’ni gezmekti.

DSC01269Titus tüneline ben en son ilkokulda okul gezisi ile gitmiştim ve niyeyse bu tünelde beni çocukken etkileyen şey tünelin kocaman yarığında yürümek olmuştu, sağında ve solunda yükselen 6-7 metrelik kayaların arasında, engebeli bir zeminde yürüyorsun, çok hoşuma
gitmişti o zaman. (Tarihçe ulaşım vb detaylı bilgi için tıklayınnn :D) Yıllar yıllar sonra tekrardan gittiğimde o tünelin insan emeği ile açıldığını okuyunca ( eskiden beri hep doğal bir oluşum diye aklımda kalmış) iyice şaşırdım. O kocaman yarıktan yürürken, o sert kayaları kazan insanları düşünmeden edemedim; kimi kaynaklarda 1000 esirin çalıştırıldığı yazılı; kimi kaynaklarda tünelin yapımının 100 sene olduğu söyleniyor. Tünelin yapılma nedeni sellerden dolayı iç taraftaki limanda birikecek suyu tahliye etmekmiş. Tünele giderken önce patikadan yürüdük; belli bir kısmı tünelin yanından; bazen üstünden geçerek gittik. Tünelin üstü kapalı bir kısmı var; o kısım o kadar karanlık ki telefonların ışığıyla yürüdük!! Yurdumun güzel Turizm ve Kültür Bakanlığı elektrik faturasından mı kaçmış artık nedir bilemiyorum 😀 Hani DSC01296desem ki trafolarına kedi girmiş; vallahi bir tane ampul bile görmedim:) Sağolsunlar belirli bir yere kadar yürüme platformu yapmışlar; sonrasında dağ keçisine bağladık, seke seke yürüdük vallaha 😀 Yani resmen gelmeyin diyor sevgili bakanlığımız; zaten MÖ 300 lü yıllardan bugüne DSC01275kadar direnen tünele su arkı olarak beton dökmüşler sağına soluna, diren Titüs, bize rağmen sen diren! Ne olursa olsun; tam da hatırladığım gibi; gerçekten çok etkilendim; mis gibi bir doğa yürüyüşü oldu bizim için, yanlız gidecek olursanız lastik ayakkabı alın yanınıza, aman diyim seke seke giderken takılır düşersiniz filan, ciddi söylüyorum bugünlerde reklamlarda hava ambulansı fln çıkıyor ya, unutun o Hollywood gösterimlerini, Titüs’te size bir öyle bir durumda bir sedye getiren olursa bile duacısı olursunuz, in cin top oynuyor güvenlik niyetine!! 😀

Titüs’ten çıkarken inanılmaz keyifli ama yorgunduk 😀 Annem evde yaptığı yemeklerle bizi beklerken, kanımıza giren meze canavarı ile kendimizi dönüşte yine Kuzeytepe’de bulduk 😀 Bu defa Maho’nun Yeri’ne geldik. Yahu bu Kuzeytepe de ne diyeceğinizi duyar gibiyim; Antakya’nın son collage45dönem patlayan popülaritesinde gözde mekan Harbiye’dir. Hala öyle; Harbiye’den çok kısa bahsedicem ikinci yazıda; ama Kuzeytepe salaştır; lezzetlidir. Kuzeytepe’ye ben çocukken gittiğimizi hatırlıyorum; ufacık lokantalar vardı; böyle salaaşş; süsten lüksten uzaak. Ailecek çalışırlardı; şimdi tabi aile işletmeleri artık kocaman restaurantlar; ama bana sorarsanız aynı lezzeti koruyorlar; Maho’nun yeri de tam böyle bir yer. Servis, lezzet, her şeyiyle bizden tam puan aldı her zamanki gibi 😀 Mezeleri tek tek çektim; kusura bakmayın ama arşivlere geçsin bu lezzetler 😀

Hatay ve Kıbrıs yazısının devamı gelecek; şimdilik ilk kısım bu kadar 🙂 Devamı için takipte kalın 🙂

DSC01304