Hatay – 2

Şu yazımda hatırlarsanız Hatay gezimizden aklımda kalanların bir bölümünü yazmıştım; beraber  Titüs Tüneli, Musa Ağacı ve Vakıflı Köyü’ne gitmiştik.

DSC01400

Yazının  bu 2. kısmında da 3 günlük kısacık tatilimizin Antakya’da gezdiğimiz kısımları yazıyorum.

DSC01388

Aslında Antakya ile başlamak kendi memleketim Reyhanlı’ya haksızlık olur 😀 Hatay aslında ilin genel adı, il merkezi ise Antakya. Reyhanlı Antakya’nın 65 bin nüfuslu bir ilçesi. (Gerçi şu an sokaklarında Reyhanlı halkından çok daha fazla Suriyeli var, kimbilir kaç olmuştur nüfusu)

Reyhanlı – Yenişehir Gölü

Biz bir cumartesi günü gezimize ilçemizin biricik gezme mekanı olan Yenişehir Gölü’nden başladık. Ben küçükken her ailecek gezimizin sonunda eve dönerken, ablamla birlikte babama “Yaa hadi gölde bir tur attır” diye nazlanırdık 😀  Evet eğlencemiz gölün etrafında arabayla bir turdu; ancak asıl hedefimiz gölün girişindeki Karcı Büfe’den alınacak nefis dondurmaydı 😀 Dillere destan yapay şelalemiz ise yapımını dahi hatırladığım başka bir anı 😀 Bu şelaleye yakın amcamın büfesi vardı “Şelale Büfe” 😀 Büfenin önünde oturup yediğim, canım Mustafa Amcam’ın verdiği çekirdekler, dondurmalar da şelaleyle birlikte zihnimde yer etti 😀 (evet küçüklükten bir oburluğum varmış 🙂 )

DSC01371

DSC01434Gölde yaptığımız bu ufak gezintiden sonra rotamız artık Antakya idi. Reyhanlı- Antakya yolu üzerinde eskiden şehir merkezinde bulunan ve şimdilerde restore edilerek yeni binasına taşınan Arkeoloji Müzesi vardı. Evet siz belki bu müzeyi en son haberlerde duydunuz 😀 Hani şu taşınma esnasında onarımını yapalım derken resmen içine ettikleri mozaiklerden bahsediyorum, haberi şurdan okuyabilirsiniz. Evet şimdi bu haberi görünce insan diyor ki, dokunmayın kardeşim, bırakın eski kalsın diyor; belki de haklı olarak bir gün Hatay’a yolunuz  düşerse bu müzeye gelmeye tenezzül bile etmeyeceksiniz nasılsa mahvettiler mozaikleri diye. İşte tam burda diyeceğim şudur ki; “Demeyin öyle demeyin” 😀 Mutlaka gidin, kendi çapımda az buçuk müze gezmişliğim var, şu yazımda gittiğim yerlerden bahsetmiştim size, oralarda gezme şansım oldu birkaç müzeyi, işte tam bu tecrübelerime dayanarak söylüyorum, gittiğim en güzel müzelerden biriydi. Bir kere yeni, teknolojiden yararlanmışlar, interaktif bir dolu bölüm yapmışlar. İkincisi iyi korunuyor,  ordaki özel güvenlikler ziyaretçilerin elini bile sürdürtmüyor, ben normal merdiven korkuluklarına mini tripodu koyup çekim yapacaktım, mini tripodun ne olduğunu çözemediklerinden ona bile bağırdılar ama olsun, iyi yapıyorlar, vallahi kuş uçurtmuyorlar 😀 Üçüncüsü ve beni en çok etkileyen özelliği, DSC01455bence mükemmel bir şekilde ışıklandırılmış oluşuydu. Benim gibi fotoğrafçılığa ilginiz varsa, inanılmaz bir mekan fotoğraf çekmek için, adeta stüdyo olarak tasarlamışlar 😀 Çocukken eski Arkeoloji müzesine de , hayal meyal hatırladığım taş yığını bir yerdi, bu yeni yerinde gezmekten zevk alıyorsunuz; sadece mozaikler değil, bir dolu heykel, eşya vb obje var. Beni heykellerden en çok etkileyen Suppiluliuma Heykeli oldu, bizim ilçeye yakın bir höyükte bulmuşlar, kan çekti herhalde 😀 MÖ 7. yüzyıldan bugüne bu kadar düzgün korunmuş, kusursuz bir heykel bulunması beni hem çok mutlu etti, hem de endişelendirdi, 28 yüzyıldır doğa tarafından böylesine mükemmel korunmuş bir heykeli, biz insanoğlu aynı özenle koruyabilecek miyiz diye. Müzenin güvenliği bu haklı  despot tutumunu sürdürürse koruruz gibi geliyor bana 😀 Çeşitli tanrı/tanrıçaların da heykelleri var, onların DSC01470arasında en ilgimi çeken Zeka Tanrıçası Athena’nın ki oldu, o heykeldeki elbisenin güzelliğinden gözlerimi alamadım, bu tarz senin Athena!! Mozaikler hakkında ise yazmaya korkuyorum belki “Onarım” sırasında “bozulum”a uğramışlardır diye 😀 Ama en beğendiğim Sarhoş Dionysos oldu 😀 Dionysos eski Yunan Mitolojisi’nde bereket, bağ bozumu ve şarabın, eğlencenin tanrısıymış, Antakya mozaiklerinde en çok tasvir edilen figürlerden biriymiş. Dionysos’un ne kadar sarhoş olduğunu mozaiğe bakıp söylemek mümkün:D mozaiklerin her biri bence birbirinden etkileyici, o ufacık taşlardan nasıl şaheserler yaratmışlar görmelisiniz, beni her biri gerçekten çok etkiledi; ama en çok Dionysos’a kendimi yakın hissettim, düşünsenize eğlencenin Tanrısı  😀

DSC01408

Arkeoloji müzesi çıkışında kendimizi Uzun Çarşı’ya attık. Hem çarşıyı gezmek hem de öğle yemeğini yemek için orayı seçmiştik. Doktorlar Caddesi var, o  caddeye arabanızı parkedip Uzun Çarşı’ya doğru yürürseniz eski Antakya evlerinin bulunduğu sokaklardan geçmeniz mümkün. Kimisi korunmuş, kimisi yıkıntı gibi; ama genel olarak yaşamın devam ettiği evler; o sokaklarda yürürken  ben kendimi çok iyi hissettim, tarihin bir kesitine zaman yolculuğu yapıyormuş gibi.. Antakya Medeniyetler Korosu var, bilgilerine şuraya tıklarsanız ulaşabilirsiniz, her dinden insanı barındıran, hoşgörüyü anlatmaya çalışan süper bir oluşum. Konserlerini televizyonda izleme şansı bulmuştum, işte o eski Antakya evlerinden biri merkezleri. Sağolsunlar o gün konserleri olmamasına rağmen bizlere kapıyı açtılar; içeriyi gezmemize müsade ettiler. Gerçekten görülmeye değer, dinlenmeye ise kesinlikle değer.

DSC01499

Uzun Çarşı ise, aklınıza gelen ne varsa bulabileceğiniz gerçekten ince uzun bir çarşı 😀 İçinde demirciler var, baharatçılar var, konfeksiyon, ayakkabı ay ne biliym herşey var 😀 Küçükken hatırlıyorum çok giderdik, orda Uğur Mağazası var konfeksiyoncu (tanımıyorum ama sahibinin kulakları çınlasın 😂) en çok o mağazayı hatırladığımı farkettim bu sene tekrar gezerken, annemin içinde saatlerini harcayıp babamın söylenmeleri direk gözümün önüne geldi ahah 😀 Babamdan gidiceğimiz yerlerin tarifini alırken direk “Uğur vardı ya hani mağaza hatırlıyosun” diyerek başladı anlatmaya 😀 Biz Kunduracılar Çarşısı bölümünden girdik çarşıya, hedefimizi daha çok midelerimiz belirledi, ilk mekanımız kağıt kebabı ve tepsi kebap yemek için “Pöç” kasabıydı, diğeri de künefe için Çınaraltı.

DSC01536Pöç Kasabına şaşırtıcı bir biçimde ben de ilk defa gittim. Zaten yöresel dilde Pöç Baldır demekmiş. Hatay’da DSC01542genel kültür kasapta ısmarlarsın, yanında mutlaka bir fırın vardır, orda pişer sana gelir, ama bu sahiden başkaydı. 4 kişi yiyip ödediğimiz cüzi rakamdan mı bahsediym, yoksa o kağıt ve tepsi kebabının lezzetinden mi bilmiyorum. Sahiplerinin sıcak kanlı oluşu zaten ayrı bir konu, hazırlarken video çekmemize izin verdiler, içerisi zaten çok kalabalık sürekli birileri gelip gidiyordu; şu kadarını söliyim, yerken nirvanaya ulaştık 😀 İnanılmaz lezzetliydi, yolunuz düşerse gidin mutlaka, bak ben demiyorum he, Vedat Milör diyor, gitmiş yemiş usta, donuk manken Vahe de gitmiş ama ben onu pek dinlemezdim zaten 😀

Pöç kasabından çıktıktan sonra, midemizde sıradakine yer açmak için yine gezindik Uzun Çarşı’yı. “Hatay’dan yemeklik ne alınır?” diye soruyorsanız hemen söliyim ilk aklıma gelen, salça alınır, nar ekşisi alınır, tuzlu  yoğurt alınır, çökelek alınır, zahter alınır.  Bunları da güvenilir bir yerden almak lazım; biz “Yardım Selçuk Gıda”dan aldık (reklam metni yazar gibi hissettim kendimi :)) Sahiden reklam yapmak için söylemiyorum, babama sordum gitmeden nerden alsak bunları diye, “Baharatçılar çarşısını bul, orda hoca var onun yerini sor ordan al” dedi. O şekilde hocanın yerini bulduk ki burasıymış 🙂 İnternetten “Zahter Salatası” veya “Kahvaltılık Çökelek” diye aratın, neden almanızı tavsiye ettiğimi anlayacaksınız, tuzlu yoğurdu alıp kahvaltıda üzerine zeytinyağı, pul biber, biraz da bizim zahter dediğimiz kekikten  koydunuz mu tamamdır, miss.DSC01545

Gıda alışverişimizi bitirdikten sonra, sıra gönüllerin sultanına gelmişti, evet, künefe! Size tek bir adres vereyim bu DSC01566konuda, yine Uzun Çarşı’da bulunan Çınaraltı Künefe. Antakya’da közde pişen tek künefeymiş, ben sadece fotosunu koyayım buraya, o kendini size anlatsın 😀 Sahiden tek geçerim, Sefer’le Ural 2’şer porsiyon yediler, ardından şeker komasına giriceklerdi nerdeyse, o kadar güzel 😀 Bir kere bulunduğu yer de bir cami avlusu gibi, ortada kocamann bir çınar ağacı, etrafından ufak ufak dükkanlar, dükkanların önünde tahta masalar, sandalyeler.. Dedim ya biz tam baharda gittik, Nisan ayında, hava da limonata gibiydi, künefelerin ardından birer de Türk Kahvesi içtik, gerçekten şahaneydi. Eğer dükkanın içine girip, künefe tepsinini fotoğraflamak isterseniz, siz zahmet etmeyin, makineyi verin, ordaki abiler ustalaşmış, ışık-kompozisyon on numara, bakınız şu soldaki fotoğrafı içeride künefe pişirenler çekti 🙂

DSC01555Artık gün sona ermişti bizim için, birazcık daha dışarılarda gezindikten sonra, bu defa ailecek yemek yemek için Harbiye – Boğaziçi Restaurant’a gittik. Bir önceki yazıda bahsettiğim Maho’nun yeri’ni tercih ederim ben, ama gittiğimiz gün Boğaziçi Restaurant’ta da canlı müzik vardı; keyifli bir akşamdı bizim için. Gemide geçirdiğim 4 ayın sonrasında, tüm ailemle birlikte geçirdiğim bir akşamda inanın ne meze, ne yemek gördü gözüm; hep beraberdik ya, dünyanın en mutlu insanlarından biri bendim işte, geri kalanı hikaye…

DSC01682