Sıla’nın 2. seferinin ilk ayları :)
Hatırlıyor musunuz, Turkcell’in biz küçükken bir reklamı vardı, Hazırkart yeni çıkmıştı o zaman, Nil Karaibrahimgil söylüyodu şarkıyı: “Ben özgürüm, sadece özgürüm” 🙂 Hani kavalla başlıyo müziği, “Bir soru vardı ya cevapsız akıllarda, ben bildim. Dünya çizgi çizgi diilmiş, öyle değilmiş ben gördüm. Ermiş deme değilim, gezgin deme değilim; ben özgürüm, sadece özgürüm” diyodu 🙂 Bu şarkı benim internetten indirdiğim ilk MP3’tü, 4 mb lık dosyayı saatlerce anca indiriyodun; ama ben sabredip indirmiştim; ay sonu faturası babama çıkmıştı olsundu, “dedim ya; ben özgürdüm” 😀 Klibine ayrı hastaydım; hani Nil Karaibrahimgil’in kafasında bir şapka, böyle öğle güneşinin altında sırt çantasıyla geziniyodu ya hani dağ tepe.
Şimdi ne alaka diyeceksiniz; gemide dolanırken; böyle harbiden başıboş dışarlarda gezerken, içimde niyeyse hep bu şarkı çalıyor. Mesela rotaya bakıyorum dimi, internet ne zaman çekecek veya ne zaman varıcaz liman diye, direk kafamda “dülülüüüü” diye çalmaya başlıyor “dünya çizgi çizgi diilllmiş” diye 🙂
Sahiden, gemide bugüne kadar birşeyi anladıysam; o da dünyanın aslında kocaman bir yer olduğu, o kocaman yerde aslında ne kadar minik bir nokta olduğum; ve evet dünya çizgi çizgi değil, gemi uçsuz bucaksız denizde ilerlerken, sınır yok, hiçbir şey yok, sadece sonsuz görünen mavi..
Yüz yüze tanışmaya henüz fırsat bulamadığım; ama mesajlaşmaktan çok mutlu olduğum; benim gibi denizci eşi bir arkadaşım (Sevgili Melodi) “2. seferinde tam anlayacaksın gemi yaşantısını” demişti. Sahiden ne doğru söylemiş, 2. seferimizin ilk 1.5 ayını devirdik hatta 2. aya yaklaşıyoruz; ben tam olarak şimdi anlıyorum gemi yaşantısının nasıl birşey olduğunu.
Bir kere artık gerçekten evin kamaran oluyor. Son 8 ayın 1.5 ayını evde geçirdim; kalanı gemideydi 🙂 Ev deyince artık ilk aklıma gelen kamara oluyor; şimdiki kamaramızsa ilk seferimizdekine göre çok daha dolu dolu, sanki gemiden hiç inmeyecekmişiz gibi hissediyorum bazen, öyle benimsiyorum. Mesela dışarı çıktım dimi, gezdim dolaştım tüm gün sokaklarda, gemiye geliyorum, kapıdan içeri girince “ohh be ev” diyorum. Bir Türk Kahvesi yapıyorum kendime, keyfime bakıyorum 🙂
Daha önce yazmıştım, ilk seferimizle aynı güzergahta devam ediyoruz. Aynı rotadan devam etmenin kötü yanı şu; sanki hiç gitmedik İstanbul’a hiç tatil yapmadık, bazen öyle hissediyorum 😀 Çünkü aynen kaldığımız yerden devam ettik, sanki hiç gemiden inmemişiz gibi 😀 Farklı yerler görmek de hoş olurdu tabi; ama benim için aynı güzergahtan devam etmenin artıları çok daha fazla 🙂 Şimdi görgüsüz diceksiniz, bak kesin öyle diceksiniz ama yazıcam bunu, o gün Venedik’teyken Sefer’le düşündük, son 8 aydır Taksim’den daha çok Venedik’i gördük ahahah 😀 Bence hiçbir sorun yok; biz her yanaştığımızda ben çıkmayı çok seviyorum limanlarda; aynı heyecanı hissediyorum; aynı mutlulukla geziyorum.
Aynı şehirleri gezmenin en büyük artısı ne biliyo musunuz? Turistik kaygılardan kurtuluyosun; ilk gördüğünde yada 2.-3. gördüğünde diyosun ki “Ayy bilmem ne meydanı var orayı göreyim; yok işte şusu meşhur onu göreyim” diyosun; ama aynı rotada 6. ayını tamamlarken artık o kadar kasmıyorsun; ben mesela çıkıabildiğim şehirlerde artık sokakları öylesine gezmeye başladım; turistlerin az olduğu yerler ise favori yerlerim oldu, ne biliym eskiden koştur koştur oraya buraya giderken; artık bi merdivene oturup etrafı izlemenin keyfine varıyorum; yani gerçekten bulunduğum yeri yaşıyorum ; mükemmel bir his, öyle durmanın keyfi 🙂
Bir de demir attığımız zamanları çok sevmeye başladım; tabiki balığın olduğu yerlerde 🙂 İlk seferimizde demir attığımızda biraz sıkılıyordum; öyle aynı yerde bekliyorsun denizin ortasında. Şimdi durum aynen şu; eskiden olsa Sefer’e sorum şöyle oluyordu “Sefer ne zaman yanaşıcaz ya, gündüz yanaşıcaz dimi, evet evet gündüz yanaşalımmm”, şimdiyse şöyle” Sefer demir atıcaz mı yaaa, 4-5 saat yeter bana :)” Hee şimdi bunu yazdım ya, baya dolu dolu balık tutuyorum zannetmeyin; oltayı denize atmakla sınırlı benim eylemimim; bir tek İsrail’de bazen denk geliyor minik minik mercanlar; olta takımımdan 2 saatte 6 tane iğneyi yemiyle koparan yamyam balıklar da mevcut tabi; ama olsun yine de çok zevkli balık tutmak, hani böyle tıklatıyor ya oltayı; sonra sen hızlı hızlı sarıyosun makarayı; ben o hisse hastayım işte 🙂
Halen el işlerine sarmış durumdayım; ve evet; halen ne makroekonomi çalışmaya başladım; ne de Toefl’a 🙂 Havalar çok güzel bir kere, kamarada durasım bile gelmiyor seyirlerde püfürrr püfür güvertede takılmak istiyorum 🙂 Bazen boyama kitabımı kalemimi alıyorum, özellikle seyirde boş olan bir ambar kapağı varsa oraya oturuyorum, kulağımda müzik, nasıl güzel oluyor anlatamam size. Havalar biraz bozsun, kamarada mecburen başlıcam çalışmaya onlara 🙂 Bir de o kadar el işi getirmişim ki; daha doğrusu hem getirdim; hem de Koper’den aldım (elimle koyduğum gibi bulduğumu söylemiştim size 🙂 ), yani model hamuru, kanevice, bileklik için örgü ipleri, keçe, puzzle, boyama kitabı.. Onlar çok oyalıyorlar seyir sırasında; bir de Sefer’le birlikte Game of Thrones’a başladık sonunda, şu an Sezon2 deyiz; akşam vardiyadan sonra da onu izliyoruz 1’er bölüm; bazen günün nasıl geçtiğini anlamıyorum bile 🙂
Bazen de, nadiren de olsa, canım hiç birşey yapmak istemiyor; o zaman sarıyorum fotoğrafa videoya. Hatta en son bugün yaptım bir tane; İtalya’dan almıştık bu resim kuklası deniyomuş; ismini yeni koyduk sevgili Emoşumla, “Haydar” 🙂 Bu kuklanın tam 190 fotoğrafını çektim bugün, tam bir deli işi, boş zamanın artık dorukları yani 😀 Sonra bunları Imovie de birleştirdim, kurguladım; çok eğlenceli oldu:D Böyle şeylerle uğraşmak da zaman geçirmenin ayrı bir biçimi oluyor; boşluktan yaratıcılığın doruklara çıkıyor 😀 Buyrun: https://instagram.com/p/4zvzUlGgy9/
Mevcut Instagram hesabımızı da aktif olarak kullanmaya bu geçtiğimiz ay başladık 🙂 Öyle olunca birçok denizci eşi / sevgiliyisiyle tanışma fırsatım oldu, her yerden bir dolu arkadaşım oldu 🙂 Bizim blogumuzda zaten bir ticari amacımız yok; hem bir anı kalsın bize; hem de benim gibi gemiye katılmayı düşünenler varsa onlara rehber olsun diye açmıştık blogu. Şimdi gerçekten amacına hizmet etmeye başladı; okuyanlar, geri bildirimde bulunanlar beni çok mutlu ediyor; harbiden hayat paylaşınca güzel, bunu iyice anladım (bugün çok Turkcellciyim ben ya 😀 ). Umarım önümüzdeki günlerde bizim gibi blog sahibi olan denizciler, denizci eşleri çoğalacak, ben ilk olarak hemen bir başllık açıcam sayfamızda “ Kardeş Bloglarımız” diye 😀 Gerçekten başkalarının maceralarını okumayı çok istiyorum, sabırsızlıkla bekliyorum 🙂 Bu kadar çok kişiyle paylaşmanın artısı şu oldu bana; gerçekten benimle benzer hisleri paylaşan insanlarla konuşmak çok güzel. Düşünsenize, Mısır’daydık, dışarı çıkamıyordum; köprüüstünde oturdum kendime bir kahve yaptım; aynı anda Sevgili Duyguskacığım da taaa Belçika’da kendine bir papatya çayı yapıp, köprüüstünde oturmuştu, onunla mesajlaşıyorduk. Sanki karşılıklı oturup sohbet eder gibi hissettim, aynı dilden konuşuyorsun çünkü, çok iyi anlıyor gemide olma durumunu. Aynı şekilde karada sevgililerini veya eşlerini bekleyenlerle de konuşma fırsatım oldu; o bekleme durumunu ben 6 sene yaşadım, tam ne hissettiklerini çok iyi biliyorum.
Tabiki artık ailemi iyice özlemeye başladım 1.5 ay sonrasında. Düşünsenize yeğenim Ayşe Pera’yla ne zaman görüntülü konuşsak yeni bişi öğrenmiş oluyo; şu an 9.5 aylık, bana el sallıyor artık, tamam, el sallaması daha çok Ekmeleddin efendinin basın toplantısında kurt işareti yapmasına benziyor ama olsun, sallıyor 😀 Bazen harbiden ışınlanma teknolojisi olsun istiyorum, gidiym, mıncıklıyım, geri geliym. Ayrıca yeğen sayısı 3’e çıkıyor, ailemiz büyüyor; ablamın ve Zedoşumun doğumunu görmeyi çok istiyoruz, umarız orda olucaz. Öyle olunca ablamı da, Zehra’yı da çok merak ediyorum, her kontrollerinde aklım hep onlarda 🙂 Mesela babalar günü geçti; babamla anca telefonda konuşabildim, buna da şükür gerçi de, yine de istiyorsun paylaşmak, veya annanem ameliyat oldu, yemin ediyorum dokuz doğurdum burda, çatladım meraktan iyi mi, herşey yolunda mı diye. Annem ve annanemin yanında olmayı çok istedim mesela o an, zaten çok özledim ikisini de. Teyzemin doğum günüydü, ben yoktum tabiki, burnumda tüttü, sonra Safiye Annemlerle konuşuyoruz bazen telefonda, herkes annanelerde toplanmış, cümbür cemaatler sesleri nası neşeli geliyor. İşte o an yine çok istiyorum ışınlanma teknolojisini, kafamda canlanıyor, mutfak camının önündeki sedirde oturmuşlardır kesin, çay içiyorlardır diye 🙂 Yani evet, çok özledim herkesi 🙂
Burda yaşadığın hisler aynı denize benziyor, bazen harbiden süt liman, gözlerimi kapatıp rüzgarın tadını çıkarıyorum, bazen gözlerim karayı arıyor; inceden dalgalanıyorum, bazen – ki çoğu zaman- aynı denizin üstünde öğle güneşi vurduğunda hani minik minik pırıltılar oluyor ya hani, işte öyle hissediyorum, neşe dolu, keyifli. Sefer’in yanımda olduğu her an için o kadar mutluyum ki, beraber tam anlamıyla bir takımız artık. Şu bir gerçek; sonsuza kadar gemide Sefer’le birlikte olamam, o kesin; elbette bir gün çocuk gibi nedenlerden karaya dönmem gerekecek; işte o zamana kadar; sahiden şu geçirdiğim dönem varya, hayattan ikimiz için çaldığımız bir kaç sene. Herhangi bir telaştan oldukça uzak, sahiden kelimelerle tarifi zor, çok güzel zamanlar. İnsanın kendini her türlü kaygıdan uzak, sahiden “Özgür” hissettiği zamanlar yani 🙂 Dedim ya, “ben özgürüm” 😂